29 Ocak 2017 Pazar

İK Serzenişte!

İşte size bir sır! Biz ne zaman bir kaç meslektaş bir araya gelsek, konu dönüp dolaşır başkaları tarafından (ki  bu başkaları mutluluğu için çalıştığımız çalışma arkadaşlarımızdan başkası değildir) anlaşılmadığımıza, yaptıklarımızın fark edilmemesine, değer bulmak yerine eleştiriliyor olmanın yaşattığı hislere gelir. Her birimizin bu konuyla ilgili sayısız örneği vardır: Uğraşır didinir bir organizasyon yaparsınız, ne yoksa o istenir. Eğitimler düzenlersiniz, tenezzül edilerek katılınır. Performansa, kariyer görüşmelerine, oryantasyona katılım beklersiniz, illa çaba göstermeniz, ikna etmeniz gerekir.  Yöneticilere tüm sınırları zorlayıp bir yan hak tanımlarsınız, ama birilerinin gözü diğer firmadakine kayar; komşunun tavuğu komşuya kaz görünür. Ücret artışında, primlerde, ödüllendirmelerde bütçe kısıtına rağmen en iyisini yapmaya zorlarsınız tüm tarafları, sonuçta hiç kimseyi memnun edemezsiniz. Yapılmayan, şikayetçi olunan herşeyin muhattabı olduğunuz zamanlar olur, iyi olur Allah'tan, kötü olur İK'dandır.  En kötüsü de günün sonunda, İnsan Kaynakları denilince akla gelen, üretimden/ana iş kolundan uzak olan, ne yaptığı kimsece belli olmayandır.

İnsan Kaynakları alanına adım attıktan minimum bir yıl sonra bu sırrı kavrarsınız: Ne yaparsanız yapın herkesi memnun edemeyeceksinizdir. Ancak unutmamanız gereken şudur ki, siz de insansınız ve bu gerçeği ne kadar bilseniz de; zaman zaman size "bu kadar da olmaz!" dedirtecek durumlar yaşayacaksınız. İşte o anlarda sizin de motivasyonunuz düşecek, belki "artık bu insanlara hiçbir şey yapmayacağım" diyeceksiniz. Ancak bir kere seçtiyseniz bu mesleği ya bu deveyi güdecek, ya bu diyardan gideceksiniz. Üstelik sizi motive edecek bir İnsan Kaynakları Departmanı da olmadığından, kendinizi toparlayıp ayağa kalmak, insanlara tekrar sevgiyle bakmak ve öz veriyle çalışmaya devam etmek yine size düşecektir. Tekrar kendinizi motive edip objektif duruşunu bozmamak bu işin gizli formülüdür. Kabul ediyorum kendi içinde çelişkidir: Mesela çok isteseniz de o çok sevdiğiniz çalışanın arkadaşını -eğer o iş için en uygun aday o değilse- işe alamazsınız. Ya da patrona yaranayım derken çalışanın maliyetlerini düşüremezsiniz, çok isteseniz de bütçenin üzerinde herhangi bir ödemeyi çalışana iletemezsiniz. Böyle durumlarda tek dostunuz vicdanınız ve iyi niyetinizdir. Yapmaya çalıştığınız malumdur: elinizden geldiğince, objektif ve adil olmak, mutlu etme niyetiyle yola çıkmak ve asla yılmamak.

Şimdi pek sevgili çalışma arkadaşım sana gelince...Bil ki biz de senin gibi çalıştığımız yerlerin sözleşmeli işçileriyiz. Elimizden geldiğince çaba gösteriyoruz senin için. Öyle her yaptığımıza minnet, teşekkür, şükür falan da beklemiyoruz, gördüğün üzere yıllar içinde kendimizi motive etmeyi gayet iyi çözdük. Ancak zaman zaman bizim de insan olduğumuzu görsen fena olmaz hani! Yapılan uygulamaları fark etsen mesela, birileri senin için çalışıyor bunu bilsen. Bu bölümün amacının gereksiz prosedür yaratmak değil, senin yararın için olan sistem ve uygulamaları yönetmek olduğunu azıcık görebilsen. Yöneticiysen ekibinden birinin sevineceği türden bir şey olduğunda ben yaptım ben hallettim; hoşuna gitmeyen bir durum varsa İK öyle yaptı demesen. Birlikte rayına sokmaya çalışsak şu zorlu iş hayatını, hep kol kola olsak, birbirimize destek olsak..Ne dersin daha güzel olmaz mı?

Çünkü biz sadece seni değil çalıştığımız yerdeki herkesi düşünmek durumundayız. Biliyoruz ki hepimiz farklıyız ve zaten farklıyken güzeliz. İKcıların sırrını açığa vurduğuma ya da bu serzenişime kızmayın sakın. İKcı olsam da ben de insanım:) Bu mesleği her tür çelişkisine rağmen yine de  çok seviyorum. Hatta yıllar önce okuduğum bir kitabın adı gibi "Sakıncası Yoksa Hepinizi Çok Seviyorum*"

*Özgür Özgülgül'ün 2001 basımlı mizahi kitabı.

14 Ocak 2017 Cumartesi

İş'te Beyniniz!

Beynimizin ilginç yapısıyla bizleri nasıl yönettiğini yakından görmüş biri olarak son yıllarda iş hayatına nöropsikolojik açıdan bakan çalışmaları büyük ilgi ile karşılıyorum. Kariyerini danışmanlık ve liderlik alanında sürdüren David Rock tarafından yazılan İş'te Beyniniz isimli kitap da beynimizi tanıyıp iş performansını artırmayı vaat edince bakalım neler diyor diye merak edip bu kitabı okumam kaçınılmaz oldu.
Kitap "problemler ve kararlar", "baskı altında istifini bozmama", "başkalarıyla işbirliği" ve "değişime şans tanı başlıkları altında topladığı konuları, evli çocuklu ve iş hayatının içinde aktif yer alan çiftimiz Paul ve Emily üzerinden anlatıyor. Her bir konu, Paul ve Emily'nin hepimizin iş-ev hayatında yaşadığı durumlara benzeyen kısa hikayeleri ile başlıyor. Ardından beynimizin hangi niteliklerinin ya da bölümlerinin bizleri bu davranışlara yönettiğini ve bu durumlarla nasıl başa çıkılabileceğimizi öğreniyoruz. Sonunda ise sağlama başlığı altında beyninin farkında ve beynini yönetebilen Paul ve Emily'nin aynı durumda nasıl davranacağını okuyoruz. Her bölümün sonunda o bölümün özeti niteliğindeki beyinle ilgili sürprizleri ve denenecek bazı şeyleri buluyoruz.

David Rock beynimizi bir sahneye benzetiyor ve bir seferde kısıtlı sayıda aktörü sahneye çıkarabileceğimizi vurguluyor. Pek çok işi bir arada yapmaya çalışmaya alışmış, ancak sonunda elini kolunu anlamsızca bir yere çarpan ikizler burcu bir kişilik olduğumdan bu bilgiyi sahnemde tutmam iyi olacaktır sanırım:)

Kitap odaklanmamız gereken işlerimiz olduğunda e-postalara cevap vermeyi durdurmamızı, telefonumuzu kapatmamızı ve tamamen odaklanmamızı söylüyor. Hangimiz bir toplantı sırasında e-postalardan birine cevap verince ardı arkasının kesilmediğine şahit olmadı ki! Kitaptaki ifadeyle söylersek;

  • "Her zaman açık"olmak (diğerleriyle teknoloji vasıtasıyla bağlantılı olmak) IQ' nuzu bir gecelik uykuyu atlamak kadar ciddi oranda azaltabilir!
Bugün artık beynimizin çalışmak için glikoza olduğu gibi uygun düzeydeki nörokimyasallara da (norepinefrin, dopamin, adrelanin, oksitosin ve seratonin gibi) ihtiyacı olduğunu biliyoruz. Stresimizi bu nörokimyasallarla barışık bir şekilde optimum seviyede tutmamız gerekiyor. Üstelik daha yaratıcı olmak için bazen ortamdan uzaklaşmamız, deyim yerindeyse kafamızı dağıtmamız gerekebiliyor.

Öte yandan beynimiz tehlikeyi (uzak tepkiyi) minimize edip ödülü (yakın tepkiyi) maksimize etmeye çalışıyor. Üstelik uzak tepki, ileri tepkiden daha güçlü, hızlı ve daha uzun vadeli. Şimdi gel de yönet bu beyini!

Kitabın son bölümleri sosyal yaşam içindeki insanı ele alıyor. Belirsizliğin ya da netliğin, özerkliğin ya da kısıtlı hissetmenin, beklentilerimizin, güven ve sosyalleşme ihtiyacımızın, adalet ve statü hissinin beynimizi ve ilişkilerimizi nasıl etkilediğini vurguluyor; başkalarının odağını değişime kaydırmanın yollarını arıyor:

  • İnsanların dikkatini, hayata geçirmek istediğiniz belirli devrelere odaklamak için çözüm odaklı sorular kullanma pratiği yapın.

Madem ki gelişimin ve değişimin ilk noktası kendimiziz ve madem ki beynimiz bizi farkında olsak da olmasak da bizleri yönlendiriyor, neden onu daha iyi tanımaya çalışıp farkındalığımızı artırmayalım ki. Belki de gerçekten işte ve ilişkilerimizde sevgili beynimizden yardım almak mümkündür, ne dersiniz?