31 Aralık 2016 Cumartesi

Mutlu Yıllar!

Yeni yılın hoşgörü, barış ve sevgi getirmesini diliyorum. Çünkü bir insanı sevmekle başlayacak herşey...Mutlu yıllar!

8 Aralık 2016 Perşembe

YOLO Dünyası için Geri Sayım Başladı!

haydar-colakoglu-yolo-uygulama

Ulaşımda En Pratik Yol O!  sloganı ile yola çıkan ve Uber’in karşılaştığı en güçlü rakip olan girişim YOLO için geri sayım başladı. Dünyada olduğu gibi ülkemizde de yoğun ilgi gören şehir içi, konfor ve kaliteyi birleştiren yolculuklar sağlayan platformlara bir yenisi daha ekleniyor. Kısa süre içinde hayatımızda farklı bir yer edinmeyi hedefleyen girişimin adı YOLO.

YOLO, şehir içinde lüks segment araçlar ile şehir içi VIP taşımacılık hizmeti veren ve sektöre çok iddialı girerek diğer rakiplerine nazaran çok farklı iş modeli ve kazanç vaat eden bir mobil uygulama. Dünyada Uber modeli olarak bilinen mobil uygulamanın Türkiye versiyonu olarak planlanmış olan YOLO, uzun süren Ar-Ge çalışmaları sonucunda ortaya çıkmış.

YOLO’yu dünyadaki benzerlerinden farklı kılan en önemli özellik TR’de hukuksal altyapısının sağlamlığı ve farklı kazanç modelleri. YOLO, hem kullanıcılara, hem de iş ortaklarına sağladığı yeni nesil bir iş modeli ile kısa sürede yola çıkıyor.

haydar-colakoglu

YOLO, TEB Holding ve Çolakoğlu Grup Yönetim Kurulu Üyesi Haydar ÇOLAKOĞLU başkanlığındaki güçlü yatırımcı ve yönetim kadrosu ile de dikkat çekiyor. Yönetim kademesindeki 12 kişilik tecrübeli ekibin, 1 yıl süren çalışmaları sonucu ortaya çıkardıkları YOLO, şehir hayatına yeni bir soluk getirmeyi planlıyor. 

haydar-colakoglu-teb-genel-mudur

Ulaşımdaki zorlukları keyif ve konfor ile çok uygun koşullarda sunmayı hedefleyen ekip adına konuşan YOLO Yönetim Kurulu Başkanı Haydar ÇOLAKOĞLU şunları söyledi;

“Günümüzde temel ihtiyaçlarımızdan biri olan şehir içi konforlu seyahatin hızlı, güvenli ve ucuz olarak sağlanabilmesi başlangıç noktamızdı. Bununla birlikte, kayıt dışı kalan birçok seyahatin kayıt altına alınarak vergilendirilmesi, sektörde hukuksal altyapının sağlamlaştırılması yeni düzende yeni normallere alışan bizler için çok önemli. İşlerimize teknolojiyi en verimli şekilde entegre etmek hem kullanıcılarımıza hem de iş ortaklarımıza yüksek kazanç sağlayacaktır.

YOLO yüzde yüz yerli yapım bir uygulamadır. Amaçlarımızdan biriside bu iş modelini hızlı bir şekilde ülke dışında da kullanılan bir marka yapmaktır. YOLO’nun temel felsefesi bundan ibarettir. 

Kendi kurucularımızın sağladıkları desteklerin yanında, henüz başlangıç aşamasında iken Los Angeles merkezli bir yatırım şirketinden 16 milyon dolar değerleme ile bir kısım yatırım aldık. Kendileri ile yaptığımız çalışmalar sonucunda da “you only live once” baş harflerinden oluşan YOLO isminde karar kıldık. Bunun yanısıra Los Angeles, San Francisco, Londra ve Zürih merkezli yatırımcı grupları ile de görüşmelerimiz devam etmekte. Bu güç birliği platformu ile hem UBER gibi bir dünya devine rakip olacak, hem de Türkiye’den bir dünya markası çıkartabilmek için çalışacağız.

haydar-colakoglu-yolo-turkiye

Başlangıç gününde 300’ün üzerinde araç ile hizmet verecek olan YOLO ile kullanıcılar, tek tuş ile araç çağırabilecek, ulaşım ücretlerini kredi kartları ile ödeyebilecekler. Araçta unuttukları herhangi bir eşyanın güvende olduğunu bilecekler. Yıl sonu hedefimizde 1000’i aşkın araçla hizmet vermek var.

Bu uygulamaların yanısıra yolcularımızı çok özel kampanyalardan da faydalandıracağız. Farklılıklarımız, ilk günden bu ayrıcalıklar ile görülecek. Kasim ayında acilacak beta surumu ile İstanbul`un bazi seckin mekanlarinda yapilacak test surusleri ile hizmete baslayacak olan uygulama üzerinden özellikle tanıtım günlerimizde kayıt yaptıran yolcularımıza 15 Aralık - 4 Ocak tarihleri arasında ücretsiz ulaşım hakları, çeşitli promosyonlar sağlayacağız. Açılışa özel bu kampanya gibi birçok büyük kurumdan da kampanya desteği alan YOLO ile yolculuklarınızın standartları değişecek. YOLO’yu hepinize tavsiye ediyorum. YOLO dünyasına hoş geldiniz.”

GooglePlay ve AppStore dan indireceğiniz uygulama sayesinde YOLO dünyasında siz de yerinizi alın. Detaylı bilgi ve iletişim için www.yolo.com.tr adresinden YOLO’ ya ulaşabilir @yolo_turkiye Instagram adresinden de takip edebilirsiniz.

 

Bir boomads advertorial içeriğidir.

19 Kasım 2016 Cumartesi

Dikkat! Bu Blog Blogger Etiklerine Uyuyor!


İnsan Kaynakları Bloggerlarının güçlerini birleştirmesinin akabinde Ahmet Eryılmaz'ın liderliğinde ve pek çok kıymetli bloggerın desteğiyle blogger etiklerimiz belirlendi. Yayınlamakta biraz geciksem de Turuncu İK'nın Blogger etiklerine uyduğunu taahhüt etmekten mutluluk duyarım.

Etik Nedir?
Ethikos =>ethos => custom =>örf, gelenek=>kişisel, gruba ait, mesleki olan/olmayan ahlak ilkeleri => sürdürmeyi kendimize taahhüt ettiğimiz temel davranış ilkeleri
Meslek ilkelerine örnekler:
  • Hakimlerin, belirli bir hısımlık derecesindeki yakınlarının davalarına bakamamaları
  • Avukatlık kanununa göre avukatların yapabileceği ve yapamayacağı ek işler
  • Eğitmenlik yapılan kurumlardan head hunter’lık yapılmaması
  • Aynı sektörde rakip iki firmaya eşzamanlı danışmanlık yapmamak
Blogger Etikleri:
  • Özgürlük: Düşünce, üslup ve içerik özgürlüğüne saygı duyarız.
  • Dürüstlük: Alıntıları ve esinlenmeleri belirtiriz.
  • Bağımsızlık: Blogger'lıktan çıkar gözetmeyiz.
  • Nesnellik: Eleştirilerimizi gerekçeli ve tarafsız yaparız.
  • Saygı: Cinsiyet, yaş, etnik köken, din, mezhep gibi farklılıkları zenginlik olarak görür, değer veririz.
  • Yenilikçilik: Yenilikleri araştırır, öğrenir, geliştirir ve paylaşırız. 

24 Ekim 2016 Pazartesi

İK Bloggerları Güçlerini Birleştirirse...

Geçtiğimiz cumartesi İnsan Kaynakları bloggerları olarak Bereket Döner sponsorluğunda biraraya geldik. Hem keyifli hem de oldukça “bereketli” geçen etkinlikte İK bloggerlarının, İK profesyonellerinin, öğrencilerin, iş hayatına yeni girmiş mezunların, iş arayanların, restorancılık sektöründe akademi kurmanın ihtiyaç ve zorluklarını konuştuk. Bu konularla ilgili bilgi ve fikir alışverişinde bulunduk, farklı sorunlara çözüm ararken empati kurduk, tartıştık, çözüm önerileri sunduk, fikirler uçuşturduk, projeler ürettik. En güzel tarafı da birlikte olduğumuzda, güçlerimizi birleştirdiğimizde neler üretebileceğimizi keşfettik.

Hepimiz için dolu dolu geçtiğine inandığım etkinliğin pek çok güzel projenin ilk adımı oluşturacağını umuyorum. Bir güzel başlangıcı da İK Bloggerları Etik ve Politikalarını belirleyerek yapıyoruz. Detaylarına İKDABLOG’ dan ulaşabileceğiniz belirleme süreci, tüm insan kaynakları blog yazarlarının katkılarını bekliyor:)

İnsan Kaynakları Bloggerları beyin fırtınasındaki özenli organizasyonları ve destekleri için İKdablog’un sahibi Melis Varan Tiftikçi’ye ve Bereket Döner’e  sonsuz teşekkürler…

23 Ekim 2016 Pazar

16. İnsan Yönetimi Kongresinden Notlar

Haliç Kongre Sarayı 20-21 Ekim tarihlerinde PERYÖN tarafından düzenlenen 16. İnsan Yönetimi Kongresi’ne ev sahipliği yaptı. Başta insan kaynakları profesyonelleri olmak üzere, iş dünyasından isimlerin, firmaların, öğrencilerin ve “insan yönetimi” ile ilgili söyleyecek/dinleyecek birşeyleri olan herkesin yoğun ilgi gösterdiği kongreye emeğini, desteğini esirgemeyen-başta PERYÖN olmak üzere- herkese teşekkür ederek başlamak istiyorum yazıma. Bu tür organizasyonlar bilgiyi paylaşmak, iletişimde olmak, ilham almak, vizyon katmak gibi faydalarıyla hem bireysel hem de toplumsal gelişimimiz için çok önemli.

Zaman zaman çakışan oturumlar arasında seçim yapmakta zorlanıp o salondan diğerine koşturduğum, dolu dolu geçen bu iki günün bütün detaylarına Turuncu İK’da değinmem ne yazık ki mümkün değil. Bu yüzden ben, önce “bende” iz bırakan detaylara yer verip sonra İnsan Yönetimi kongresinin “bana göre” in ve outlarına değinmeyi tercih edeceğim.

İşte bende iz bırakanlar:

  • Judith Malika Liberman’ın anlattıklarını oldukça etkileyici buldum. “Sen hikayeyi dönüştürürsen, hikaye de seni dönüştürür”diyen Liberman’ın dinlemek ile ilgili söyledikleri de çok özeldi: “Yüzyüze geldiniz anlar kutsaldır. En iyi dinleyici sinemada; cevabı planlamıyorsunuz, ben noktasına gitmiyorsunuz, tamamen kendinizi veriyorsunuz.” Ve eminim pek çok dinleyici de benim gibi dudaklarında çilek tadıyla ayrıldı oturumdan: “Yukarıda kaplan, aşağıda yılan varken soluna bak, belki de bir çilek var!”
  • İdil Türkmenoğlu’nun oturumu merak ettiklerimdendi. Türkmenoğlu, İK’nın değişen sorumluluklarına değindi: “Pozitif yönetim kültürü yaratmak, çalışanların sağlığını, güvenliğini, onurunu korumak, eşitlik ve adaleti sağlamak, yetenekleri bulmak ve yönetmek, etik liderlik yapmak, üst yönetim ekibinin iyi çalışmasını sağlamak”.


  • “Her problem bir girişimdir” diyen Veysel Berk’in enerjisi, dinamizmi, girişimciliği, tutkusu ile herkesi kendisine hayran bıraktı. Boğaziçi Üniversitesi’nden Amerika’da master ve diplomaya, ışık mikroskopundan, teknoloji şirketi kuruculuğuna, ordan web üzerinden kurduğu temizlik şirketine, sonra çaycılığa, yemekçiliğe ve paypall’a uzanan kariyer/ girişimcilik öyküsünü anlatırken o kadar samimi ve bizdendi ki, sanırım bu yüzden o kadar çok akılda kaldı, alkış aldı.
  • David Clutterbuck yetenek yönetimini irdelediği konuşmasında ezber bozduran görüşlere yer verdi: “..Kahve makinesi gibi parayı atıp lider alamıyorsun. İnsanları lider yapan şeyler genellikle sınırlandırılamayan şeyler.” Clutterbuck, yetenek yönetiminde lineer değil kompleks sistemlere ihtiyaç duyduğumuzu belirterek bugün artık yetenek havuzu değil, yetenek boru hattına, dalgasına, dinamizme gereksindiğimizi vurguladı.
  • Çağlayan Aktaş esprili sunumunda elektirik ve kimyasalların önemine, hormonlarımızın “anlam bulma”daki yerine değindi.
  • Farklı kültürlerin özelliklerini kendine has uslubuyla anlatan Mehmet Kocabaş’ı dinlemek her zamanki gibi çok keyifiydi, Elmar Kronz ise VUCA dünyasında değişen lider gelişim programlarına ve öğrenme stratejilerinden bahsetti.
  • Louise Chester ile “mindfulness”ı deneyimleyemeye çalıştık, Yüce Zerey ile Fabrika ayarlarımıza döndük. Profesyonel hayata geçişte geçtiğimiz aşamaları Zerey’in mizah dolu sunumuyla inceleme fırsatı bulduk.


  • Yankı Yazgan ve Sedef Kabaş’ın “Bu Şartlarda Yaşamak” isimli oturumlarında salon tıklım tıklım doluydu. Dış dünyayı nasıl etiketlediğimizin olaylarla başa çıkma şeklimizi etkilediğini kaydeden sürükleyici konuşmaları, kalabalığın hakkını verdi.

Kendim adına kongreden, farklı fikirlerle, paylaşımlarla, imzalı kitaplarla başka firma ve hayatları keşfederek çıktım diyebilirim. Bol bol da kitap önerisi topladım, bazen de zaten aklımda olan bazı kitapları okumakta kararlılığımı artırdım:) Masal Terapi, İşte Kahkaha, Muazzam Muazzez bunlardan bir kaçı.

Gelelim kongrenin “bana göre” in ve outlarına...

In
Out
Dinamik, hareketli, içten oturumlar
Hazırlıksız olduğu anlaşılan oturumlar, kağıttan okunarak yapılan sunumlar
Farklı konulardan bahseden konuşmacılar
Dönüp dolaşıp aynı şeyi söyleyenler
Yabancı olduğu halde tatlı farklı aksanıyla Türkçe konuşma yapanlar, İngilizce sunum yapıp gülümseyerek Türkçe selam verenler
Türk olan ama yabancı dilde sunum yapmakta direnenler
Gelen geribildirimler doğrultusunda yemek organizasyonunu iyileştirme çabası
Ayaküstü yer bulamadan yenilen yemek yüzünden kaçırılan paralel oturumlar
Ulaşımda yardımlaşma çabası
İstanbul’un gerçeklerini inkar eden bireysellikler
Kullanıcı dostu akıllı uygulamalar, sosyal medyayı aktif kullanmak
Teknolojiyi ve sosyal medyayı dikkate almamak

Paylaşarak büyüyeceğimiz, birlikte gelişeceğimiz nice kongrelerde buluşmayı diliyorum :)

10 Ekim 2016 Pazartesi

İş ve Yaşamı Dengeleme Sanatı


Sevgileri yarınlarda bıraktınız
Çekingen, tutuk, saygılı.
Bütün yakınlarınız
Sizi yanlış yanıdı.

Bitmeyen işler yüzünden
(Siz böyle olsun istemezdiniz)
....

Behçet Necatigil

İş yaşam dengesi...Hem özel hayatta hem de iş hayatında gerekli doyumu sağlayabilme sanatı. Teoride harika dursa da pratikte herkesin bu "sanatı" icra edişi farklılık gösteriyor. Yaptığı mesailerle övünen de var, çocuklarının yanında olması gerektiğini hissettiği anlarda olamayıp suçluluk duyan da. "Ekibe yeni gelen arkadaş çok iyi çıktı, üç haftadır tatilsiz çalışıyor maşallah" diye sevinen yönetici de var, verimliliğin geçirilen süreye değil iş performansına bağlı olduğuna inanan da. "İşim her şeyden önce gelir"i hayat düsturu edinen de var, yaşam dengesini sağlayamadığında mutlu olamadığını anlayan da.  Üstelik günümüz koşulları bu sanatı icra etmek isteyip istemediğinize, ya da icra etmek için gerekli yeteneğe sahip olup olmadığınıza da bakmıyor; çalışma şartları, farklı rol ve sorumluluklar, büyük şehirlerin gürültüsü, birlikte yaşadığımız ve çalıştığımız farklı özelliklere sahip kişiler...derken hepimizi bir şekilde içine çekiyor.

Artık yeni nesil bile olmayan Y kuşağı ve sonrakiler, şartların daha da zorlaşmasına inat özel hayata saygı konusunda daha hassasken, önceki nesiller elindekileri zor elde edenlere özgü bir bağlılıkla ibreyi biraz daha iş hayatına doğru kaydırabiliyor. Teknoloji sayesinde ve teknoloji yüzünden iş özel yaşam arası sınırlar silinmeye başlanıyor. Hal böyle olunca iş ve yaşamı dengelemek deneyimlemek zorunda olduğumuz bir sanata dönüşüyor. Bu sanat biraz da taş dengeleme sanatına benziyor. İrili ufaklı taşları üstüste dizmek nasıl yüksek konsantrasyon ve sabır gerektiriyorsa, iş yaşam dengesini sağlamak için de farklı rol ve sorumlulukları, farklı yaşam alanlarının hiçbirini "düşürmeden" birarada yürütmek,  sabretmek, çaba göstermek, planlamak vb. gerekiyor. Taşları da yaşam alanlarını da dengelemeye çalışmak bireyde belirli bir stres ve gerilim yaratıyor kuşkusuz, ama başarılırsa ortaya çıkan sonuç tam bir sanat eseri oluyor.

Ne demek istediğimi daha iyi görmek için Kokei Mikuni'nin taş dengeleme sanatına dair sadece 50 sn.lik videosunu izlemenizi öneririm:



Neyse ki bu sanatı icra ederken yanlız değiliz. Hem hepimiz aynı sanat dalının içindeyiz, hem de destek alabileceğimiz ailelerimiz, eşimiz, dostumuz, bazen profesyonel bakıcılarımız, hele ki yöneticilerimiz ve kurumlarımız da varsa işte o zaman çok şanslıyız. Esnek çalışma şekilleri, güçlü kurulan iletişim, aile dostu uygulamalar iş ve yaşamı dengeleme sanatında sanatın ve sanatçının her daim yanında oluyor:)

Herkese kendi sanat eserini yaratma şansı diliyorum :)

30 Ağustos 2016 Salı

Eğitim Oyunları

Geçtiğimiz günlerde çalıştığım kurumda bir Eğitimcinin Eğitimi organize ettik, oldukça keyifli geçen eğitim ve sunum çalışmalarının sonunda iç eğitmen olduk:)

Eğitmenimizin tavsiyesi ile iç eğitmenlerimize Zeki Yüksekbilgili ve Gülbeniz Akduman'ın Eğitim Oyunları kitabını hediye ettik.


Kitabı sabırsızlıkla okudum diyebilirim:) Ön yazı ve arka kitapta da söylendiği gibi "Kulağa çok hoş geliyor, Eğitimde oyun ve eğlenmek ile ilgili bir kitap." Gerçekten de eğitim ve eğlenceyi birleştirmek keyifli gibi gelse de incelik istiyor. Çünkü yetişkinler eğlenerek öğreniyor ama durumu abartırsanız eğlenmekten öğrenemeye fırsat bulamaya biliyor! Gereksiz samimiyetler çizgiyi aşarsa eğlenirken öğrenmek değil sadece eğlenmek söz konusu olabiliyor. Öte yandan doğru kullanılırsa oyunların, öğrenilen şeylerin deneyimlenmesini sağlaması, ekibin tanışıp kaynaştırılması, yetkinliklerin farkına varılması ve geliştirilmesi konusunda eğitmene yardımcı olacağı da açık.

Eğitim Oyunları kitabındaki oyunlar konularına göre Buz Kırıcılar, Energizerlar ve Yetkinlik Oyunları olarak düzenlenmiş. Kitabın sonunda hangi yetkinlik için hangi oyunların kullanılabileceğine dair bir dizin de yer alıyor. Ben henüz ilkini inceleme fırsatı buldum ama 2. ve 3.leri de yeni oyun ve içeriklerle basılıp okuyucuya sunulmuş durumda.

Eğitimenlere yardımcı olacak bu kitabı bu işe gönül veren herkese tavsiye ediyor, kendi adıma da bol oyunlu, eğlenmeli, keyifli ve öğrenmeli eğitimler verebilmeyi diliyorum.

2 Ağustos 2016 Salı

Drive ve Düşündürdükleri...

Daniel Pink'in Drive'ını okuyalı bir ay gibi bir zaman geçti. Biraz demlensin düşüncelerim sonra detaylı yazarım derken üzerine ülkenin sarsıcı gündemi ve bunun getirdiği moralsizlik eklendi. Ancak oturabildim TuruncuİK'nın başına. Anlayacağınız, alt başlığı "Nasıl motive oluruz, nasıl motive ederiz" olan bir kitap hakkında yazmak için bile motive olmak öyle kolay olmadı ilk etapta.

Oysa ki Drive sürükleyiciliği ve sosyal araştırmalar içeren dolu dolu içeriği ile oldukça doyurucu bir kitaptı.

Yazar, Harlow ve Deci'nin bulmacaları ile başlıyor ve diyor ki:

Şöyle diyordu Deci: "Belli bir faaliyet için harici bir ödül olarak para kullanıldığında denekler, o faaliyet için duydukları içsel ilgiyi yitiriyorlar." Ödüller, tıpkı bir fincan kahvenin size birkaç saatlik çalışma enerjisi verişi gibi kısa süreli ilgi artışı sağlayabilir. Ama etkisi kısa sürede geçer ve daha da kötüsü kişinin projeyi devam ettirme konusundaki uzun erimli motivasyonunu da azaltabilir.

Buna göre dışsal ödüller ve motivasyon; içsel motivasyonu öldürüyor, performansı düşürüyor, kısa erimli düşünmeye yönelterek yaratıcılığı yok ediyor hatta gayri ahlaki davranışlara teşvik edebiliyor. Çünkü oyunu işe dönüştürüyor. Oysa iç motivasyon için işi oyuna dönüştürmek lazım!

İç motivasyonun ise üç unsuru var: Özerklik, ustalık ve amaç.

Daniel Pink sık sık Mihaly Csikszentmihalyi'nin akış kavramına da vurgu yapıyor, Okurken akış halinde yaptığım işleri düşündüm: Örneğin blog yazarken akış halinde hissedersem zamanın nasıl geçtiğini anlamam, bulunduğum ortamdan kendimi soyutlarım, etraftaki sesleri duymaz olur, tamamen yazıma ve düşüncelerime odaklanırım. Yazılarım benim için bebek işi olmaz, yeni araştırmalar, okumalar, incelemeler, gözlemler gerektirir, ama beni yıldıracak derecede strese de sokmaz. Kıvamında bir meydan okuyuculuğu vardır anlayacağınız:) Oysa neyi ne zaman nasıl yazacağımı söyleseydiniz, bu kez iş rutine ve benim için akıştan ziyade rutin bir göreve dönüşürdü. Ve muhtemelen bu akış deneyimini bu rutin iş karşılığında alınacak (çoğunlukla maddi) ödüllere de değişmezdim.

Öte yandan kitapta da bahsedildiği gibi yaratıcılık gerektirmeyen, rutin işlerde ödüller işe yarayabiliyor. Motivasyon yaratmak için sıkıcı işleri de eğlenceli, kısmen de olsa özerk, daha büyük bir amaca yönelik ya da "insani" bir hale getirmek gerekiyor.

İşimden keyif alabildiğim için kendimi şanslı sayıyorum. Çünkü başka bir yazımda da belirttiğim gibi iş hayatında neşeli penguenler şart!

Aynı penguenler Pink'in kitabında da bana eşlik etmiş olacaklar ki Drive'ı hiç bir dış ödül beklemeden, altını çize çize, notlar ala ala okudum. Yetmedi bütün motivasyonumla bloguma bu yazıyı yazdım. Ve evet yazıyı yazarken ne açık olan televizyonun sesini duydum, ne de sokaktan geçenlerin. Sanırım o esnada neşeli penguenlerin şarkısını dinliyordum :)

13 Temmuz 2016 Çarşamba

Eyvah Çalışıyorum!

Aylardan Temmuz...Milyonlarca öğrenci mezun olmuş, tatilin tadını çıkarmakta. Ancak belki de bu büyük mutluluk ve rahatlama hissi, fırtınadan önceki sessizliktir. Belki de pek çok öğrenciyi mezuniyet sonrası telaş sarmıştır ya da sarmak üzeredir. Belki de Qualitas dersinde yayınlanan yazıma yer vermenin zamanı gelmiştir.

Yıldız Teknik Üniversitesi Kalite ve Verimlilik Kulübünün 6. sayısında profesyonel hayata geçişin zorluklarına yer verdiğim "Eyvah Çalışıyorum" isimli yazım yayınlandı. Yazıya geçmeden önce mezunu olduğum üniversitenin, zamanında etkinliklerine katıldığım bir kulübüne ait dergide paylaşımda bulunmanın beni fazlasıyla mutlu ettiğini belirtmeden geçemeyeceğim.

Lafı daha fazla uzatmadan, işte bahsettiğim yazım:

Yeni mezunların çok önemli bir sorunu var: İş bulmak. Ancak iş bulmakla her şey bitmiyor, hatta yeni başlıyor. Bu yüzden pek çok yeni mezun farkında olmasa da, ironik bir şekilde, hem iş bulamama hem de bulma korkusu yaşıyor. Sırf bu korku yüzünden yüksek lisansa başlayıp öğrenciliği uzatmaya çalışanlar, ilgilenmedikleri uğraşlarla zaman geçirenler bile var.

Aslında kişinin profesyonel hayata atılması ile alışkanlıklarının değişmesinin bir parça stres yaratması oldukça doğal. Sonuçta kişinin alışkın olduğu bir yaşam tarzı var ki, bu işe girmekle, sabah kalkma saatinden gün içinde yapılanlara kadar değişiyor. Farklı kültürlerden, farklı statüden, farklı iletişim tarzlarına sahip pek çok yeni insanla tanışılıyor. Öğrenilecek bir dolu şey oluyor, kaldı ki öğrenme stilleri de değişiyor. Örneğin o zamana kadar pek çok şeyi okuyarak öğrenmeye alışmış bir genç, bu sefer, deneyerek, kurarak, deneyimleyerek öğrenmek durumunda kalıyor. Kurum kültürüne uyum, toplumsal baskı, değişen roller, artan sorumluluklar ve kendi ayaklarının üzerinde durarak yeni bir benlik oluşturma çabası da cabası.

Peki profesyonelleşmenin getirdiği tüm bu zorlukları nasıl hafifletebiliriz? Öncelikle daha okul bitmeden, kısa süreli de olsa yapılacak işler, stajlar, gönüllü çalışmalar, proje faaliyetleri çalışma hayatına daha kolay uyum sağlamasına yaradığı gibi bakış açısını da genişletiyor. Bireyler belki çok farklı alanlarda çalışma fırsatı bulamayacakken, farklı alanlarda staj deneyimi yaşayarak ne istediğini daha iyi anlayabiliyor. Kendini tanıyıp ne istediğini bilen kişilerse hedeflerine daha kolay ulaşıyor. İş hayatına ve hedeflenen kariyere yönelik araştırmalar yapmak, çok okumak, hedeflenen işlerde çalışan başarılı kişilerin o noktaya nasıl ulaştıklarını incelemek, gerek bu kişilere, gerek kariyer danışmanlarına, eğitmenlere, o alandaki profesyonellere danışmak, sürekle öğrenip kendi yenilemek bu süreci kolaylaştırıyor. İş hayatına atılmadan önce yabancı dil, bilgisayar gibi teknik yetkinlikleri geliştirmeye çalışmak da kişiye avantaj sağlıyor. Çalışmaya başladıktan sonra da, abartılı ve gelişimi önleyecek düzeyde olmayan bir kendine güven geliştirmek gerçekten işe yarıyor.

Hobilere ve sevdiklerine zaman ayırmayı ihmal etmeden çalışmak, iş hayat dengesini sağlamak gerekiyor. İş hayatında karşılaşılan farklı insanlarla olumlu ilişkiler kurmak, pozitif yaklaşmak olumlu sonuçlar sağlıyor. Kişi sabırsızlık ya da maymun iştahlılık ile gerçekten daha uygun olacak işlere yönelmek arasındaki farkı anlayıp ideal işine doğru yol aldığında ise, geriye sadece “eyvah çalışıyorum” yerine “iyi ki çalışıyorum” demek kalıyor.

25 Haziran 2016 Cumartesi

Bitmeyen Öğrenciliklerin Çağındayız...

Bizim zamanımızda (evet bana teyze, teyze, teyze dediler:) ) öğrenme alışkanlıklarımız çok daha farklıydı. O zaman da bebekken düşe kalka emeklemeyi, sonra yürümeyi öğrenirdiniz, duyduğunuz bir kelimeyi uysa da uymasa da kullanarak gülüşmelere neden olurdunuz, ailenizin konuştuğu dili, şiveyi benimserdiniz, biraz şansınız varsa dört tekerlekli bisikletten  iki tekerlekliye terfi eder, sırasıyla önce kuru boya, sonra sulu ve sonra guaj boya kullanır, kurşun kalemden tükenmeze, tükenmezden mürekkebe, hatta divit kaleme geçerdiniz. Ancak günümüzde çok doğal olan bazı şeyleri öğrenmeniz gibi bir şansınız dahi olmayabilirdi. Örneğin, muhtemelen iki yaşında renkleri hem de İngizcesiyle (ya da bir/iki yabancı dil ile daha) birlikte telafuz edemezdiniz, çok küçük yaşlarda akıllı telefonları tabletleri kullanıp fotoğraf çekemez, oyunlar oynayamaz, dokunmatik ekranla, klavyeyle yazamazdınız, ya da daha 3-4 yaşlarındayken Youtube’dan sevdiğiniz şarkıyı açıp dinleyemezdiniz, zaten Youtube yok kaset sarmaca vardı - ve evet buraları hep dutluktu:))


Öğrendiğimiz dünya bu kadar değişirken yok ben hala eskisi gibi kalayım, eski yöntemlerle öğrenmeye çalışayım dememiz de imkansızdı. Bugün şirketler kurumsal eğitimlerini nasıl farklılaştırıp güncelleyeceğinin peşinde. Oyunlar, açık alan aktiviteleri, liderlik kampları, similasyonlar, sosyal öğrenmeler birbirini kovalıyor. Online öğrenme stilleri her geçen gün yaygınlaşıyor. 

(Daha önce yayınladığım Eğitim Dünyasında Neler Oluyor? Başlıklı Yazımı da okumak isteyebilirsiniz.)

İşte benim bu konuda takip etmekten hoşlandığım üç platform:

Coursera: Dünyaca ünlü üniversitelerden farklı eğitmen ve yaklaşımlarla neredeyse sınırsız konuda eğitim alabiliyorsunuz.

KhanAkademi: Özellikle ilköğretim öğrencileri için çok güzel çalışmaları var, üstelik hızla Türkçeleştirilmekte.

Vakademi: Yazılımdan kişisel gelişime pek çok alanda hizmet veriyor. Çocuklara yönelik yazılım algoritmasının öğretilmesi konusunda da eğitimler yayınlıyor. Her hafta 3 farklı konuda yayınladığı webinarları ile kullanıcıların kişisel gelişimine katkıda bulunuyor, haftada üç gün YouTube üzerinden canlı olarak yapılan webinarları sayesinde kitlelerin video içerikle bilgi edinmesini hedefliyor.


Madem ki bitmeyen öğrenciliklerin çağındayız, öğrenme şeklillerimiz değişse de ömür boyu öğrenciyiz hepimiz.

6 Mayıs 2016 Cuma

Kurbağanın Görebildiği

Peryön Güney Marmara tarafından Bursa'da gerçekleştirilecek olan 14. İnsan Kaynakları Zirvesi yaklaşıyor. Heyecanla bekliyorum :)

Bu seneki ismi oldukça ilginç: "Kurbağanın görebildiği".

Diyorlar ki: Kurbağa kuyudan yukarıya bakınca gökyüzünün ne kadar küçük olduğunu gördü, görmekten de öte bildiği, “gerçek olan” tüm haliyle orada duruyordu. İnsanoğlu, içinde bulunduğu ortam ile şekillenen, muhteşem bir öğrenme ve zekâ kapasitesine sahip... Fakat bulunduğu ortam düşünce ve anlayışlarını da sınırlıyor; bildiği, gördüğü dünyada, kendine bir yaşam alanı yaratıyor. Bütün dünyayı, bütün iş hayatını kuyunun ağzı kadar sanıyor. Özellikle yüz binlerce yıllık insan hayatında küçücük bir parçası olan günümüz iş hayatının değiştirilemez olduğunu düşündüğü kurallarına (kuyunun ağzına) sıkışıp kalıyor."

Etkinliğin detaylarını aşağıdaki linkten görebilirsiniz:

http://www.ikz2016.com/

İKcının görebildiklerini artırmak umuduyla :=)

27 Mart 2016 Pazar

Paraşütünüz Ne Renk?

Paraşütünüz Ne Renk, Richard N. Bolles'ın kariyer arayışında olanlar için yazdığı ismi gibi renkli kitabı. Kitabı renkli kılan ise içinde yer alan farklı araştırma ve uygulamalar. 


Kitabı alırken konusu bir kaç açıdan ilgimi çekmişti; öncelikle iş dünyasındaki herkes gibi benim de farklı kariyer fırsatları için neler yapılabileceği bilgisine her an ihtiyacım olabilirdi, ömrümüzün büyük çoğunluğunu geçirdiğimiz işimiz ile mutlu değilsek bunun nasıl bir azaba dönüşebileceğinin bilincindeydim, kendini tanıyıp kariyerini ona göre şekillendirmek gerektiğini düşünüyordum, üstelik mesleğim itibariyle kendimi sık sık yeni mezun ya da iş arayışında olan kişilere yardımcı olmaya çalışırken buluyordum, farklı kariyer yollarını ve uygun mesleği kişinin nasıl seçebileceğini öğrenmek kariyer gelişimi, eğitim, performans gibi konularda bana yardımcı olacaktı gibi gibi...

Paraşütünüz Ne Renk'i okuyup içindeki uygulamaları yaparken aslında bilinçli olarak belirli bir kariyere yönelmenin ne büyük emek istediğini farkettim. Önce kendini tanıyacaksın. Becerilerini, ilgi alanlarını, nasıl bir iş çevresine, nasıl çalışma koşullarına, hatta hangi gelir düzeyine, hangi lokasyonda sahip olmak istediğini bileceksin. Bunları biliyorum diyebilmek için de uygulamalar yapacak, araştıracak, soracak, gerekirse kitaptaki deyimiyle "iş avına" çıkacaksın.

Bolles'un kitabını konuyu pek çok farklı boyutuyla ele alışı ve uygulamalarla dolu olması yönüyle sevdim. Hayal kırıklığına uğradığım nokta ise kitabın her yıl yazar tarafından güncellenerek yeniden basıma alınmasına rağmen, benim ulaşabildiğim Türkçe versiyonunun 2005 basım olmasından kaynaklanıyordu. Sarı sayfaların önemini ya da iş aramada internetin hiç de işe yaramadığını okumak günümüz için hiç anlamlı değildi.

Umarım güncel baskılarını da ülkemizde yayınlarlar (ya da belki siz orjinal dilde yeni basımını okuyabilirsiniz), biz de çok boyutlu araştırmalar, uygulamalar içeren bir kitabı keyifle okuyabiliriz.

Yazımı kitapta yer alan şekliyle, benim de çok katıldığım bir önermeyle bitirmek istiyorum:

İyi yaptığınız bir yetenekse, genellikle onu seversiniz.

Sevdiğiniz bir yetenekse, genellikle iyi yaptığınız içindir.


4 Mart 2016 Cuma

CV Fotoğraflarında Selfie Devri Başladı

İK departmanları, özellikle yaratıcılık, üretkenlik ve güçlü iletişim yeteneği gerektiren sektörlerde artık klasik yöntemlerle hazırlanmış CV’ler yerine özgün ve fark yaratan örneklere odaklanıyor. 

Eskiden takım elbiseler, özenle seçilmiş iş kıyafetleri ile dik durup başımızı hafif yana eğerek çektirdiğimiz vesikalık fotoğrafların yerini şimdilerde Selfie’ler almaya başladı. 

Dozunu Kaçırmadan

İşveren Selfie CV’lere yeşil ışık yaktı, ancak CV’niz için kullanacağınız Selfie’nin de ufak tefek kuralları olmalı değil mi? 

•    CV’niz için Selfie’nizi çekerken kolunuzun fotoğrafın dışında kalmasına dikkat edin. Selfie çubuğunu aklınızdan bile geçirmeyin. 
•    Ortamdaki ışığı doğru ayarlayın, gün ışığının doğallığından yararlanın.
•    Tamam, fotoğraf stüdyolarındaki perdelere ve standart arka fonlara veda ettik, ama bu doğal olacağım derken arkanızdaki dağınık yatağı fotoğrafa dahil edebilirsiniz anlamına gelmiyor. Sade ve düzenli bir arka plan yaratın. Örneğin ofisinizi ya da çalışma masanızı kullanın.
•    En önemlisi, gülümseyin!

CV Selfie’nizde bu detaylara dikkat edin, gelecekteki patronunuza her şeyden önce güven verin. Aksi takdirde Selfie’nin çalışma hayatınızın önemli bir parçası olma tehlikesi de var:

Daha ayrıntılı bilgi almak için tıklayınız. 

 

Bir boomads advertorial içeriğidir.